Merhaba sevgili okur. Umarım iyisindir, sağlığın yerindedir ve hep öyle kalır...
Bugün ufak bir hikaye ile sizinle olacağım. Hikayemizin kahramanı mütemadiyen aile şiddetine maruz kalan bir minik; Zekî.
***
Çekirdek ailesi tarafından özenerek hemen hiç birşeyi eksik edilmeden büyütülen Zekî, özellikle amcaları ve amca yerine koyduğu insanlar tarafından sıkça sözlü ve fiziksel şiddete maruz kalıyordu. O daha çocuk olmasına rağmen diğer insanlara göre biraz farklı bir yapıya sahip olmasının bir tezahürü olarak soyut ve çok ihtimalli bir hayal ve düşünce dünyası barındırıyordu içinde. Çoğu zaman bu yönünün ve çocuk olmanın etkisi altında kalarak garip çıkışlarda bulunur, problemlere hep bambaşka açılardan bakardı. Bu yönü belki yaşadığı yaşta ve yıllarda çok işine yaramasa da, doğru bir yönlendirme ve her şeyden önce bu durumunun farkedilmesi ile ileriki yaşlarda çok fayda sağlayabilirdi...
Bir gün okuldan çıktıktan sonra babasının çalıştığı yere geldi. Çalıştığı işletmenin önüde hummalı bir çalışma yapılıyor, kaldırıma aydınlatma direği monte ediliyordu. Meraktan ve biraz da hevesten izlemeye başladı olan biteni. Montaj işlemini yapan usta aydınlatma direğinin hemen üzerine takılan taç çeklindeki aparatı takarken vidalardan birini biraz fazla sıkınca vidanın sıkıştırdığı malzeme birden kırıldı. Usta söylenmeye başladı ve bir yandan da kırılan taç lambayı çıkarmaya koyoldu. Sıkıştırdığı vidaları gevşetirken " Yarım tur fazla çevirmeye gelmiyor, hemen kırılıyor bu da arkadaş! Amma nazlı bi malzemeymiş bu döküm ! " diye söylene söylene çıkarıp yerine yenisini taktı.
Akşama doğru mekanik aksamı monte edilmiş, elektrik aksamının bağlanmasına hazır hale gelmişti. Elektrik aksamını Zekî'nin dayısı yapacaktı. Amcasıyla dayısı başladılar işe ve bir bir bağlantı işlerini yaptılar. Sıra Büyük camekanın önündeki en son lambaya geldi. Bu lambanın yeri, işletmenin önündeki kaldırımın hemen dibindeydi. Bu lambanın montajını yaparlarken Zekî dayanamadı ve şu soruyu sordu çalışan amcasına ve dayısına; " Burası yılın neredeyse 9 ayı buzla kaplı olan bir kaldırım. Üstelik Ankara taşı olması da bu kaldırımı daha da kaygan bir hale getiriyor. Bu döküm malzemeden yapılan direklere bu kaldırımdan inerken ayağı kayan bir yaya tutunmaya çalışırsa hemen kırılmaz mı? Keşke daha sağlam bir malzeme seçilseymiş " diyerek hayal dünyasının garip ama biraz da olağan bir ürünü olan bu düşüncesini dile getirdi.
Amcası Zekî' nin bu söylediğine hem dalgaya alıp gülerek hem de önceki dayakların vermiş olduğu rahatlıkla sert bir tokat atarak karşılık verdi. Çocuk işte, nerden geliyor aklına diye düşünüp insan gibi kendisini ifade edebilecekken gayet normal birşeymiş gibi her zamanki tavrını takınarak azarlayıp şiddet göstererek kendini ifade etmişti. Bu durum Zekî' nin özgüven kaybına, var olan potansiyelinin sönmesine sebep olacak ve belki de psikolojisi üzerinde kapanmaz ve derin yaralar açacaktı, kim bilir...
İşin acı yanı ailesi bu durumdan haberdar olmasına rağmen garip bir şekilde bu şiddet olayına bir türlü karşı çıkmıyordu. Çocuk aklı ile " Herhalde bu normal birşey " diye düşünüyordu Zekî. Bu durum sadece Zekî ile de sınırlı değildi üstelik. Fırsatını bulduğu her an sanki stres atmak için kum torbası dövüyormuş gibi Zekî' nin kardeşi ve abisi de aynı muameleye maruz kalıyordu.
***
Mevsim kışı geçmiş, baharın sonlarına doğru karlar erimiş ve yerler artık kurumuştu. İşletmenin olduğu meydanda her ilçenin bir klasiği olan zemini kısmen beton kısmen çamur olan bir park vardı. İşletme ile mesafesi neredeyse yüz metre kadardı. Bu park trafiğin oyunlarına izin vermediği çocuklara bir oyun alanı oluyor, zabıta ekiplerinden korka korka tek kale maç yapmalarına olanak sağlayacak kadar bir alan sunuyordu. Oyun başlamıştı. Golleri arka arkaya sıralayan bir hayta, son gol için topa fazla abanınca top doğrudan işletmenin önündeki döküm direklerden en sonuncusuna doğru gitmiş ve üç başlığı olan direğin üç başlığını da yere sermişti. Zekî o esnada içeride babsına yardım ediyordu. Gürültüyü duyunca dışarı çıktı ve amcasının elindeki topla yerdeki kırık lamba parçalarına baktı. Parktaki çocukların " Kaçın lan kaçın lamba kırıldı " sözleri üzerine olayı anlamıştı. Amcası alindeki topla yerdeki kırılara art arda bakıyor, sinirden deliye dönüyordu. Sonra Zekî ile göz göze geldi ve Zekî' nin geçen kış söyledikerini hatırladı. Utandı mı, sanmam. Zekî " Benim dile getirdiğim ihtimalle dalga geçip beni dövdün ama bak, daha akla mantığa uymayan bir ihtimal gerçek olup döküm direğin üç başlıklı lamba setini yere serdi! " diye haykırdı, içinden...
...
Kıssadan hisse, yetişkinler olarak şiddete meyletmemeli, kaybettiğimiz renkli hayal dünyasının acısını çocuklardan çıkarmamalı ve hayatta her ihtimalin yaşanma olasılığının var olduğunu unutmamalıyız.. Aksi halde hayat sizi olmak istemeyeceğiniz kadar gülünç bir duruma düşürür...
Kalın sağlıcakla.